Ünlü iktisatçı Mahfi Eğilmez, Türkiye’nin içinde bulunduğu mevcut ekonomik durumdan iktidar kadar muhalefetin de sorumlu olduğunu belirterek, bir köşe yazısı kaleme aldı.
Buna göre Mahfi Eğilmez, kendi blog sitesinde kaleme aldığı “Türkiye’nin Açmazları” başlıklı yazısında şunları kaydetti:
“Siyasal iktidarlar çoğu kez ortaya çıkan ekonomik sorunları bir ekonomik istikrar programı ile çözmek yerine; sübvansiyon artırımları, enflasyonun üzerinde ücret artışları, kamu teşebbüslerinin fiyat artışlarının ertelenmesi gibi istikrarı daha da bozacak önlemleri niçin tercih ederler? Bu sorunun yanıtını kurucuları arasında James Buchanan ve Gordon Tullock’un bulunduğu Kamu Tercihi Okulu değişik bir şekilde vermektedir.
Bu okulun temsilcilerine göre, iş dünyasına uygulanan kurallar, siyasal partiler ve siyasetçiler için de geçerlidir. Nasıl şirketler kârlarını artırmak için çaba harcarlarsa, siyasetçiler de en fazla çabayı oylarını artırmak için harcarlar. Toplum kesimleri siyasal partilere, siyasal iktidara ve siyasetçilere kendi yararlarını yükseltebilmek için baskı yapar. Eğer bir toplumda sübvansiyonların artırılması, enflasyonun üzerinde ücret artırımları vb. siyasal iktidara oylarını artırma imkânı verecekse, iktidarın o yönde davranması kendileri açısından en akılcı yol olarak görünür. Aynı şey muhalefet partilerinin iktidara yönelttikleri eleştiriler için de geçerlidir. Gerçekten de son seçimde iktidar partisinin bol keseden yaptığı vaatlere muhalefet partileri daha da bol keseden vaatlerle karşılık verdi. İki tarafın da ekonomiyi değil yalnızca seçimi kazanmaya yönelik bu gerçek dışı yaklaşımları sonucu iktidarda kalmaya devam edenlerin aldığı kararlar ekonominin daha da fazla zarar görmesine yol açtı.
Ekonomik istikrar programları ancak işler çok kötüye gidip de ekonomi çıkmaz sokaklara girdiğinde ortaya konur ve genellikle önceki dönemlerin yanlış yaklaşımlarını düzeltmeye yöneldiği için toplum açısından acı faturalar ödenmesine dayalı reçeteler sunar. Bu reçeteler, uygulayan iktidar açısından oy kaybına neden olur. Onun içindir ki siyasal partiler ve siyasetçilerin bir ekonomik istikrar programını yürürlüğe koymaları kolay bir iş değildir. Buna karşılık yine de neler yapacaklarını açıklayan programlarla yola çıkarlar ve dengeyi yeniden sağlamaya çalışırlar. Türkiye de geçmişte böyle yapar istikrar programı açıklardı. Son dönemde program açıklamayı bıraktı. Ekonomi çıkmaz sokaklara girdiği halde bir ekonomi programı açıklanmıyor ve her gün akla gelenler uygulamaya konuyor. Bu tür önceden açıklanmamış düzenlemeler (mesela benzin ve motorinde yapılan son vergi artışları) toplumda şok etkisi yaratıyor. Herhangi bir programa dayanmayan bu tür şokları yaşayan üreticiler ve karar alıcılar yeni şoklar geleceğini tahmin edip fiyatları olduğundan fazla artırarak muhtemel yeni şoklara karşı peşinen önlem almaya yöneliyorlar. Bu yaklaşım da doğal olarak enflasyonun daha hızlı artması sonucunu getiriyor.
Eskiden siyasetçinin oy alma çabasıyla pek ilgisi olmayan bürokrasi, son zamanlarda siyasal iktidarla birlikte gelip gidecek bir yapı içinde örgütlendiği için bu konuyla çok daha fazla ilgili bir konuma geçti. Buna karşılık yine de bürokrasinin temel amacı maaşlarını, emeklilik ücretlerini ve belki de daha önemlisi yetkilerini artırmaktır. Bunun da yolu kuşkusuz kamu harcamalarının artırılması ya da daha doğru bir ifadeyle bütçenin büyütülmesinden geçmektedir. Dolayısıyla bürokrasi, bir istikrar politikası uygulamasında özellikle kamu harcamalarının kısılması gibi önlemler açısından önemli bir engel oluşturabilir.
Kamu tercihi okulunun yaklaşımları özellikle Türkiye gibi ekonomik istikrar önlemlerinin oy kaybına neden olacağı görüşünün siyaset ortamında yaygın olduğu ve kamu kesiminin kapladığı geniş yer dolayısıyla bürokrasinin de büyük olduğu ülkelerde daha da önemlidir. Gerçekten de bir bölgenin suyunun dağıtımı veya çöpünün toplanması karşılığında oluşturulacak tarifeler, örneğin ABD de tümüyle özel şirketler kanalıyla yapıldığı için herhangi bir siyasal yaklaşımla değil ekonomik olarak belirlenir. Oysa Türkiye’de bu işleri yapan işletmeler belediyelere bağlı olduğundan, tarife belirlemelerini bağlı bulundukları belediyelerin siyasal kaygılarına göre yaparlar. Bu nedenle söz konusu işletmeler zarar etmek gerçeğiyle karşı karşıya kalabilirler. Bunun sonucunda bu kez belediyeler siyasal iktidara baskı yaparak devlet bütçesinden yardım talep ederler.
Bugüne kadar yaşadığımız deneyimler, Türkiye'de ekonomi politikasının siyasal kararlılık olmaksızın yürütülemeyeceğini ortaya koymaktadır. Genelde, bu konulardan bazıları tümüyle teknik çalışmalarla ve son noktaya kadar siyasal iktidarın bilgisine gerek göstermeksizin çözülebilecek konular olduğu halde, Türkiye'de, başlangıçtan itibaren siyasal karara gereksinim gösterir bir şekle dönüşmüştür. Çünkü teknik konuların çoğu siyaset malzemesi haline getirilmiş, uzlaşma zeminleri yok edilmiştir. Bu nedenledir ki Türkiye'nin siyasal kadroları, gelişmiş ülkelerin siyasal kadrolarından çok daha fazla fedakârlığa katlanmak, kendi siyaset yetkilerini kısıtlayacak önlemleri kendileri almak; yasama organını, hükümete hesap vermekten çıkarıp tam tersine hesap soran bir organ konumuna getirmek zorundadırlar.
Bu fedakârlık yapılmadan Türkiye’nin içine girdiği çıkmaz sokaklardan çıkarak, ekonomisini, sosyal ve siyasal yaşamını düzeltmesi olanağı bulunmuyor.”