Pakistan Genelkurmay Başkanı Mareşal Asim Munir’in Amerika Birleşik Devletleri’nde Donald Trump ile gerçekleştirdiği özel görüşme, ülkesinde uzun süredir devam eden eleştiriler, ekonomik baskılar ve bölgesel yalnızlık içinde ona nefes aldıran bir fırsat sundu. 18 Haziran’da, Hindistan ile yaşanan kısa süreli çatışmanın hemen ardından, Washington’daki Beyaz Saray’da düzenlenen bu özel öğle yemeği, Pakistan için yalnızca sembolik değil, stratejik bir anlam da taşıdı. Amerika Birleşik Devletleri’nin 2011 yılında Usame Bin Ladin’in Pakistan’daki gizli sığınağında öldürülmesinden bu yana ikili ilişkilerde yaşanan kırılma, 2021’de Afganistan’dan çekilmenin ardından yerini neredeyse kayıtsızlığa bırakmıştı. Buna rağmen, son aylarda ticaret, terörle mücadele ve Orta Doğu’daki siyasi gelişmeler üzerine yürütülen görüşmeler, Amerika ile Pakistan arasındaki ilişkileri yeniden yapılandıran bir döneme işaret etti. Bu sürecin ilk göstergelerinden biri, Trump’ın Hindistan’ı “ölü ekonomi” olarak nitelemesi ve 25 Temmuz’da Hindistan’a yüzde 25 oranında gümrük vergisi getirmesi oldu. Aynı açıklamada Trump, Pakistan ile yapılan yeni ticaret anlaşmasını övdü. Pakistan silahlı kuvvetlerinin şu anda Çin’den sağladığı silahların yüzde seksenine yakın bir kısmının gelecekte yeniden Amerika menşeli olabileceği konuşuluyor. Washington’un Orta Doğu’ya yönelik politikalarında da İslamabad ile daha sıkı temas arayışında olduğu gözlemleniyor. Tüm bu gelişmeler, Hindistan merkezli dış politika hesaplarını dengeleme amacı taşıyor. Ülke içinde güç dengesi ve anayasa tartışmaları Ülkede siyasi atmosfer de yeni bir dönüşümün eşiğinde. Eski başbakan ve eski kriket yıldızı İmran Han’ın 2024 seçimlerine katılması yasaklandıktan sonra tutuklanması kamuoyunda tepkilere yol açtıysa da, Hindistan ile yaşanan çatışma sonrasında Mareşal Munir’in popülaritesi hızla arttı. Mecliste ordu destekli sivil hükümetin sağladığı üçte iki çoğunluk, anayasanın değiştirilmesine yönelik bir kapı araladı. Özellikle yapılan tartışmalı sandalye dağılımı değişikliği sonrasında ortaya çıkan bu tablo, Asim Munir’in cumhurbaşkanlığına aday olabileceği yönünde spekülasyonlara neden oldu. Bu iddiaları Pakistan Ordu Sözcüsü Korgeneral Ahmed Şerif Çaudri reddetti. “Komutanımızın cumhurbaşkanlığına geçeceği yönündeki konuşmalar saçmalıktan ibarettir” açıklamasında bulunan Çaudri, aynı zamanda Munir’in önceki generallerden daha ideolojik olduğu yönündeki değerlendirmeleri de doğru bulmadığını belirtti. Kişisel profil ve ideolojik eğilimler Mareşal Asim Munir’in kişisel geçmişi, onu seleflerinden ayıran özellikler taşıyor. Bir imamın oğlu olarak dünyaya gelen Munir, ilk eğitimini bir medresede aldı ve Kur’an-ı Kerim’i ezbere okuyabiliyor. Amerika Birleşik Devletleri ya da Birleşik Krallık’ta eğitim almamış olan ilk Pakistan Genelkurmay Başkanı olarak da dikkat çekiyor. Buna rağmen, Korgeneral Çaudri’ye göre Batı’yı ve jeopolitik dinamikleri yakından takip ediyor. Pakistan topraklarında faaliyet gösteren cihat yanlısı gruplara karşı açık bir tutum sergilediği ifade ediliyor. Askeri birliklerde yaptığı konuşmalarda, “dini ticarete dönüştüren mollalara” karşı duyduğu rahatsızlığı dile getirdiği belirtiliyor. Hindistan konusundaki düşüncelerine gelince; Mareşal Munir’in kişisel görüşlerinin 16 Nisan’da yaptığı bir konuşmada açıkça ifade edildiği söylenirken bu konuşma, Keşmir’in Hindistan denetimindeki bölgesine düzenlenen saldırıdan yalnızca altı gün öncesine denk geldi. O konuşmada Munir, Hindular ve Müslümanların “aynı ulus içinde birlikte yaşayamayacağı” fikrini dile getirdi ve Keşmir’i Hindistan’ın “şah damarı” olarak tanımladı. Pakistan, söz konusu saldırıyla ilgisi olduğunu reddediyor. Buna rağmen, askeri sözcüye göre bu konuşma, “ne uğruna ayakta durduğu, ne uğruna ölmeye hazır olduğu” düşüncesini yansıtıyordu. İnanç, pragmatizm ve ekonomik ilgi Ordu çevresinde Mareşal Munir, beş vakit namazını kılan, dindar ama siyasete dini doğrudan taşımayan bir figür olarak tanımlanıyor. Devlet yönetiminde maneviyata değil stratejiye yer verdiği ifade ediliyor. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın modernleşme hamlesine duyduğu hayranlık, onun ekonomik vizyona da önem verdiğini gösteriyor. Bu profilin bir diğer yönü ise, özellikle eski başbakan İmran Han’a karşı taşıdığı kişisel tepki. 2022’de Han tarafından istihbarat başkanlığı görevinden alınmış olması, ikili arasındaki gerginliği perçinlemiş durumda. Munir’in selefi olan genelkurmay başkanından daha yüksek risk alma eğilimi taşıdığı söyleniyor. Bazı gözlemciler, Hindistan’ın ilk hava saldırısına karşılık verme kararında dış baskılara direndiğini belirtiyor. Gelecekteki siyasi hedefleri ise henüz netleşmiş değil. Popülaritesinden yararlanarak cumhurbaşkanlığına aday olabileceği ve bu sayede yetkisini anayasal zeminde kalıcılaştırabileceği konuşuluyor. Zira uluslararası liderlerin ve yatırımcıların doğrudan Mareşal Munir ile temas kurmaya çalıştığı, mevcut siyasi yapının kendisine bu anlamda fiilen başkanlık rolü tanıdığı ifade edilirken 2027’de sona erecek olan görev süresi sonunda, kendisinin yerine daha bağımsız bir sivil yönetimin gelebileceği ihtimali de bu senaryoyu destekleyen unsurlar arasında gösteriliyor. Sessiz mutabakat ve beklenen sınır Bu tahminlere karşın, şu anki “hibrit” yönetim modeli, Mareşal Munir’in çıkarları açısından daha uygun bulunuyor. Henüz 57 yaşında olan Munir, 1999’da darbe ile iktidara gelen Pervez Müşerref’ten bu yana görevde bulunan en güçlü ordu komutanı olarak gösteriliyor. Uyumlu bir başbakan ile çalışan Mareşal, mevcut siyasi düzen sürdüğü sürece, görevine süresiz devam etme imkânına sahip. Ordu ile sivil hükümetin İmran Han’a destek veren yapıları bastırmakta ortak hareket ettiği görülüyor. Sadece 31 Temmuz’da 108 İmran Han destekçisinin tutuklanması, bu yaklaşımın kararlılığını gösteren bir örnek olarak öne çıkıyor. Doğrudan bir iktidar hamlesi, ordu içinde bile İmran Han’a yönelik sempatileri güçlendirebilir. Her iki ihtimalde de, Mareşal Munir’in Washington’dan aldığı destek sürüyor. Yakın dönemde, IŞİD’in Pakistan’daki koluna yönelik operasyonlarda etkili olan ordu, Amerikan yönetiminden olumlu açıklamalar aldı. Trump’a yakın isimlerin, Pakistan’daki kripto para ve madencilik sektörleriyle ilgilenmeye başladığı söyleniyor. Pakistan’ın İran’la kurduğu temaslar ve İslam ülkeleriyle İsrail arasında diplomatik ilişkileri teşvik etme girişimleri de, Amerika’nın çıkarları açısından değerli görülüyor. Karşılığında Amerika, Pakistan’ın uzun menzilli füze programına dair eleştirilerini yumuşattı. Yardım programlarını yeniden başlattı. Zırhlı araçlar ve gece görüş ekipmanları gibi askeri satışlar da değerlendiriliyor. Pakistan’ın, Hindistan’ın yerel isyanları desteklediği yönündeki iddialarına dair sunduğu kanıtlar inceleniyor olsa da, şu aşamada Amerikalı yetkililer ikna olmuş görünmüyor. Mareşal Munir’in hedefi, Amerika ile daha sürdürülebilir ve çok yönlü bir ilişki kurmak. Bu yönde potansiyel var fakat yürütülen diplomasi, ince bir denge üzerine kurulu. Zayıf yatırım ortamı, ekonomik işbirliği umutlarını sınırlıyor. Terörle mücadelede ise karşılıklı güvensizlik ciddi bir engel oluşturuyor. Pakistanlı yetkililer Amerika ile yakınlaşmanın Çin ile ilişkileri etkilemeyeceğini savunsa da, Pekin yönetimi bu durumu aynı şekilde değerlendirmeyebilir. Bir kez daha, gündemde Hindistan var. Mareşal Munir, Hindistan’ı müzakere masasına çekmek istiyor. Hindistan Başbakanı Narendra Modi ise bu girişimlere direnç göstererek bir saldırı daha olması durumunda, askeri karşılık verileceğini açıkça dile getiriyor. Pakistan’a böyle bir saldırı hâlinde nasıl yanıt verileceği sorulduğunda, ordu sözcüsü “Doğudan başlayacağız” derken şu ifadeleri de ekledi “Onlar da her yerden vurulabileceklerini anlamalılar.” Mayıs ayından bu yana Mareşal Munir’in gücü belirgin biçimde artarken, Güney Asya’nın nükleer güçleri arasındaki gerilim hattı da aynı ölçüde genişledi.